18. yüzyılın ortasında İsveçli botanikçi Carl Linnaeus, çiçek bölümlerinin hayvanlardaki üreme organlarına paralel olduğunu anladı. Kırk yıl sonra Christian Sprengel adlı Alman bir botanikçi, çiçekli bitkilerin tozlaşmasında ve dolayısıyla döllenmesinde böceklerin nasıl büyük bir rol oynadığını ortaya çıkardı.
1787 yazında Sprengel, çiçekleri ziyaret edip içindeki nektarla beslenen böcekleri fark etti. Taçyaprak renginin ve şeklinin nektarın “reklamını” yapıp yapmadığını merak etmeye başladı ve böceklerin çiçeklere cezbedildiği sonucuna vardı; bu şeklide bir çiçeğin erkek organından tozlar böceğe yapışıyor ve başka bir çiçeğin dişi organına taşınıyordu. Böceğin ödülü, enerji bakımından zengin bir içimlik nektardı.
Sprengel bazı çiçekli bitkilerin, renk ve kokudan yoksunlarsa, tozlarını yaymak için rüzgara güvendiklerini keşfetti. Birçok çiçeğin hem erkek hem dişi organ içerdiğini ve bu çiçeklerde, organların farklı zamanlarda olgunlaşıp, kendi kendini döllemeyi önlediğini de gözlemledi.
Sprenger’in 1793’te yayımlanan çalışması, sağken yeterince takdir edilmedi. Ama Charles Darwin çiçekli bitkiler ile onları tozlaştıran ve çapraz döllenmelerini sağlayan böceklerin birlikte evrimi – karşılıklı çıkar için – üzerine incelemesinde Sprenger’in çalışmasını sıçrama tahtası olarak kullanınca, sonunda hak ettiği itibara kavuştu.